12 Ekim 2010 Salı Posted by mindcrhyme | 12:08 - 0 yorum

mixed tape

Araya giren iştir güçtür sebebiyle ara vermiştim yazmaya. Olur ha bekleyen vardır, bir iki kelam etmek gerek geçmişe dönük...

yılın adamı!
evvelden hakkında atıp tuttuğum
 herşey için özür dilerim!
12 Eylül 2010 gecesi basketbol tarihini yeniden yazdık. Turnuva öncesi takımdan zerre kadar ümidi olmayan ben, 11 Eylül'de Sırbistan'ı yendiğimizde ciddi anlamda öforiye kapıldım. Öyle çok bağırmışım ki ses kalmadı ertesi güne... Amerika karşılaşmasını ise keyifle izledim, içimden "orada olmak vardı anasını satayım" diyerek. Evvelinde hakkında ileri geri atıp tuttuğum "huysuz ihtiyar" Tanjevic'in yarattığı takımın önünde saygıyla eğilme vaktidir şimdi.  Öte yandan turnuva sonrası millilere dağıtılan prim konusuna takmayın kafanızı. Bizim memlekette basın böyle işler. Kimin kaç para aldığı, sporu sevdirmekten çok sansasyon arayan basınımızın en çok sevdiği konulardandır. Zaten hiçbiri bünyesinde adam gibi basketbol yazarı istihdam etmediğinden, mevcut basketbol yazarları ise seslerini futbol ulemaları arasından duyuramadığından bu tip konular anında abartılır. Sanki her turnuvada kürsüye çıkmayı beceren milli takımlarımız var da, keyfini yaşamak yerine ucuz popülizmden medet umuyor basınımız. Öte yandan aradan geçen bir aylık süreden sonra ülke gündeminde basketbolun b'si yok, farkındasınızdır. Türkiye Kupası grup maçları oynanıyor, lakin necip basınımızda kupaya ayrılan yer 2 sütuna 10 santim. Spor basınıymış, peh! Kulüp başkanlarının ve yöneticilerinin istedikleri gibi at oynattığı yerlerdir gazetelerin spor (futbol) servisleri... İşlerini kaybetmemek için koşulsuz biat ederek yontulur kalemler. Velhasıl bir kısım "iyi adam"ı kenarda tutarak okumalı bu yazdıklarımı. Fakat bilir misiniz ki Koca koca gazetelerin spor bölümlerinde yabancı basından çevirileri çoğu zaman gazetenin dış haberler servisi halleder? Kalifiye adam barındıramazlar, çünkü kalifiye adam söz dinlemez... Neyse, uzar bu muhabbet.

mesut vs. hayko cepkin! bobiler sağolsun!
Almanya karşısındaki milli takımın içler acısı hali giyotine Hiddink ve yaverlerini taşıdı bu hafta. Stoke City'de kadroya giremeyen adamı sahaya sürüp, Real Madrid'in pahalı transferini durdurmak üzere yağmur duasına çıkmıştık oysa ki. Tutmadı dua, biz de çok kızdık. Ardından Azerbaycan'a da kaybedince tamamen sinire kesildik. Rasyonellikten öte hezeyanla var olan bir milletiz sonuçta. Çok da kafaya takmamak lazım. İlk kez başımıza gelmiyor bunlar ve belli ki, mevcut yönetim zihniyetimizle de daha çok yaşayacağız böyle dramları.

"Yavrucum" Toroğlu ile "konuşursam nooolur" Çakar'ın canlı yayında racon kesmelerine şaşıran olmuş mudur, bilmiyorum. Bu işten en karlı çıkan, sezon başı çuvalla parayı bu orta oyununu yaratmak için döken Kanaltürk yönetimi oldu, orası kesin tabi.

En ağır mevzu en sona kaldı. Vatan'da 3 Ekim 2010 tarihinde yayınlanan bir haber, spor (futbol) basınımızın utanması gereken şu sözleri içeriyordu;

"G.SARAY’DA sadece futbolcuların değil, teknik heyetin de hâl ve tavırları tutarlılık göstermiyor. Örneğin Frank Rijkaard.. Önceki gün babası Herman Rijkaard’ın ölüm haberiyle sarsılan başarılı teknik adam, apar topar ülkesi Hollanda’ya gitti. Ancak Frank Rijkaard’ın, babasının 8 Ekim’de düzenlenecek cenaze töreni için daha şimdiden Hollanda’nın yolunu tutması, G.Saray’da bir ‘düzensizlik’ yaşandığının adeta belgesi oldu."


Vatan'ın spor müdürü İbrahim Abi (Seten) bu metni okudu mu, bilmiyorum. Nereden baksanız insanlıkla, vicdanla bağdaşmayacak ifadeler bunlar. Bırakın Rijkaard'ı, bir insanın babasının ölümü acıdır, acıtır... Bu satırların yazarına, eğer inancı varsa, tanrısından kalp gözünü açmasını dilerim sadece...