24 Kasım 2010 Çarşamba Posted by mindcrhyme | 10:42 - 0 yorum

Biz ne yapıyoruz?

Dram, komedi, hayırlı kısmet...  
Hipnotize bir biçimde televizyon ekranına bakmaktan kendimi alamıyorum. Bayram tatili boyunca hastalığın yatağa hapsetmesiyle başlayan televizyon maratonunda ipten kazıktan kurtulmuş olmanın hezeyanı var bünyede. Uzun zamandır gündüz vakti takılıp kalmamışım nam-ı diğer beyaz cama. Koca koca insanlar vur patlasın çal oynasın şeklinde kısmet arıyor milyonların gözü önünde. Talibi çıkan aday, talibiyle stüdyoda çay içiyor. Kız istemeler, stüdyo nikahları... Vay ki vay, o kafa bambaşka bir kafa. Öte tarafta sabahtan akşama Tamer Karadağlı ve Çocuklar Duymasın familyası arz-ı endam eylemekte. Kaç tekrarda sıkılır bünye sizden? Senelerdir oradasınız, Cosbyler'den devraldığınız bayrağı gururla taşımaktasınız. Lakin Amerikalı'nın ailesi insaflı, 25 dakika sürüyor yalnızca. Bizim beyaz Cosbyler ise 2 saat yanılmıyorsam.

baba fena taş attı kuyuya!
Bizim mahallede ise Beşiktaş tribünleri "yeter Demirören yeter" tezahuratına ısınıyor. Demirören'in geçen yıl başına musallat olan taraftarı iki transferle teknik direktörün üzerine salacağını bu blogda yazdım aylar evvel. Galatasaray taraftarı ise "yahu Rijkaard'ı yolladık ama aynı tas aynı hamam" derdinde, kafayı yönetimle bozmuş durumda. Fenerbahçe cenahında Kocaman'ın sağı solu belli olmayan takımı spor yazarlarını, Baroni, Santos ve Bilica ise taraftarı sinirlendiriyor. Trabzonpor haftalar sonra gelen puan kaybına mı üzülsün, Engin Baytar'ın hocasına racon kesmesine mi bilemiyor. Bursa'da genç topçularla Ertuğrul Sağlam tartışılıyor, Schuster kaybettiği takımları 60'ların futbolunu oynamakla suçluyor, milli takım Hollanda'ya kaybederek "şerefli mağlubiyetler" dönemine selam çakıyor... Melih Gümüşbıçak Allen Iverson'ı gazlamak isterken "the answer" lakabını "dı ensvır" diye telaffuz ediyor canlı yayında. Gezegenin en popüler spor figürlerinden birini, hem de en sevdiğim spor yazarı "maskot transfer" diye yorumluyor. Beşiktaş taraftarı Iverson'ı, Marko Tomas'ı, Ömer Onan'ı, Roko Ukic'i, o gün olağanüstü oynayan Likholitov'u alkışlayacağına tüm maç ana-bacı-kardeş dümdüz gidiyor. Futbolcu ve teknik direktörler ek iş olarak futbolcu pazarlıyor. Ömer Güvenç hala uluslararası spor adamlarını dumura uğratacak sorular soruyor, ki bence gıdım yabancı dil bilmeden bunu yapabilmek asıl ustalıktır. Birsu'yu izleyeceğim diye Maraton'a takılıp kalıyorum, Markus Merk bile sevimli gözüküyor etrafta Birsu olunca. Türk televizyonculuğu ise maç görüntüsü yayınlamadan spor programı yapma konusunda rekora koşuyor. İsmail Abi, Fatih Tekke'nin cuma namazı yüzünden kadro dışı kaldığını yazıyor, langırt masası ülke gündemine bomba gibi düşüyor...

meksika futbolunun ilahı!
Duvarındaki Rıdvan posterine bakarak uyuyan 11 yaşındaki çocuğu kıskanıyorum içten içe. Mahalle maçında, asfaltta Hugo Sanchez taklası atmaya çalışan o veledin dünyasında futbol sihirdi. Hüsnü Çakırgil, Erman Kunter parke efsaneleriydi ve Karşıyaka'da herkes basketbol konuşurdu...Babam beni her maça götürebiliyordu çünkü biletler ucuzdu. Fenerbahçe İzmir'e geldiğinde olay olurdu ve Mustafa Denizli'nin jübile yaptığı gün, sırf hasta Fenerbahçeli babam Büyük Mustafa'nın elini sıkabilsin diye, Fuar'da imza dağıttığı standın önünde saatlerce beklemişliğimiz vardı şimdinin Maraton yorumcusunu...

Ben ofise dönüyorum tatilden sonra. Televizyon kapalı, önümde yalnızca yetişmesi gereken iş yığını... Ses kesiliyor, benim gerçeğim beni daha fazla enterese ediyor şimdi. Ödenmesi gereken kira, kredi kartı ekstreleri, faturalar ve yetişmesi gereken reklam kampanyaları memleketim sporunu takip etmekten daha cazip geliyor. Endüstriyel mendüstriyel, ben küçükken de para kazanırdı topçular, şimdi de kazanıyorlar. Onlar değişmedi sanki de, çok kanallı dünya mı değişti?