22 Ağustos 2010 Pazar Posted by mindcrhyme | 11:01 -

i love this game

Vakit geçtiğimiz aralık ayı, Dünya Basketbol Şampiyonası kura çekimleri öncesi federasyon, FIBA üyeleri ve basın için şık bir yemek organize ediyor. Çırağan Sarayı'nın rıhtımından biniyoruz tekneye. Boğazın müthiş görüntüsü eşliğinde herkesle sohbet etme şansımız doğuyor. Başkan Demirel'le de ilk kez bu vesileyle tanışıyorum. Şık, konuklarla ilgilenmesi içten... Neredeyse bütün basketbol camiasına sirayet etmiş "mühim adamım ama aldırmıyorum" havası O'nda da var. "Cool" ama samimi... Ben hepi topu 170 santim çekiyorum boydan, Başkan ise eski basketbolcu. "Bana birkaç dakika ayırabilir misiniz?" diyorum, "elbette" diyor ama ilk önce sorunun nereden geldiğini arıyor, aramızdaki irtifa farkı o kadar büyük!
''Babalar'' ise haddimizi bildirmişti.
İşte Başkan'la ilk ters düşmemiz bu güne rastlar. 2001'deki Avrupa Şampiyonası'nda kazandığımız gümüş madalyadan beri başarımız olmadığından bahsetmiş, 2010'da makus talihimizi yenmek konusunda umutlu olup olmadığını sormuştum oysa ki... Başkan ise gayet net bir şekilde 2006 Japonya'daki 6.'lığın büyük başarı olduğunu söylüyordu. O şampiyonadan benim açımdan tek güzel şey, senelerce bizi şamar oğlanı yapan Litvanya'yı önce grupta, ardından da klasman maçlarında iki kez yenmekti. ''Babalar'' ise haddimizi bildirmişti. Grubumuzu lider tamamlayıp ardından yarı finalde Amerika'nın canına okuyan Yunanistan'a grupta 76-69 kaybettik. Akabinde çeyrek finalde Arjantin çığ olup düşmüştü üzerimize; 83 - 58. Anlaşamadık bu konuda Başkan'la... Yani, eğer biz başarılıysak, o turnuvada ABD'yi yenen Yunanistan ve kupayı kaldıran İspanya'ya hangi sıfatları layık görmek gerekir?
charlize, aşkın diğer adı!
''Oscar'lı oyuncu vardı da biz mi sundurmadık''
Bu ilk tanışmamızın ardından Başkan'la bu kez şampiyonanın kura çekimi organizasyonu ve o ''tilki kılıklı kedi'' maskot yüzünden karşı karşıya geldik. Biz organizasyonu zayıf bulmuş, ''biraz yaratıcılık beyler'' manşetiyle vermiştik haberi. (merak edenler için o günkü yazı http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=13212158) Daha bir kaç hafta evvel 2010 Dünya Futbol Şampiyonası kura çekimlerini izlemiştik çünkü. Güney Afrika, organizasyonu milli gururları, afeti devran Charlize Theron'la renklendirmişti. Kura çekimi, gezegenin her yerinde gazetelerin ilk sayfalarında yer bulmuştu. Biz ise yerel kalmıştık. Başkan bana kızıp Meriç Abi'ye (Tunca) verdiği röportajda, ''Oscar'lı oyuncu vardı da biz mi sundurmadık'' demişti. (o da burada http://www.megabasket.net/haber_izle.asp?no=11820 )
Nasıl oldu?
Şimdi bakınca ''keşke turnuvayla ilgili tek dertlerimiz bunlar olsaymış'' diyor insan. Çok değil, birkaç gün sonra hava atışı yapılacak ve maalesef tüm kamuoyunda milli takımla ilgili derin bir karamsarlık var. Katıldığımız iki özel turnuvada oynadığımız korkunç basketbolu düşününce doğrusu insanın içi ürperiyor. Peki ama bunca yıldır sabırsızlıkla beklediğimiz bu büyük organizasyonda nasıl böyle atıl bir vaziyette yakalandık?
1992 yılından bu yana memleketimizde basketbol oyununun patronu Demirel. 18 yıllık yönetiminde üç büyük başarısı var; 2001 Avrupa Şampiyonası evsahipliğimiz, aynı turnuvada kazandığımız gümüş madalya ve 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası organizasyonu. Milli takımlar düzeyinde 1993'ten beri düzenlenen her Avrupa Şampiyonası'na katılmamız da artılar hanesine yazılmalı. Başkan, 18 yılda milli takımı 6 farklı isme emanet etti. Sırasıyla şimdilerdeki ''düşman kardeşi'' Nur Germen, Çetin Yılmaz, Ercüment Sunter, Erman Kunter, Aydın Örs ve en nihayetinde Bogdan Tanjevic. Son on yılda, milli takım düzeyinde gelmiş geçmiş en ''potansiyelli'' oyuncu havuzuna sahiptik. NBA'de forma giyen Hidayet Türkoğlu, Mehmet Okur, Ersan İlyasova, basketbolu bıraktığında bir Euroleague efsanesi olarak anılacak Mirsad Türkcan, basketbol tarihimizin en önemli skorerlerinden İbrahim Kutluay, Real Madrid'e patronluk etmiş Kerem Tunçeri gibi isimler ilk akla gelenler. Sayısız rol oyuncuyu saymaya bile gerek yok. Bu güç 10 yılda tek bir madalyayla yetinmemeliydi diye düşünmeden edemiyor insan. Neden diye biraz hafızanızı zorlarsanız, Doğan Hakyemez'in hizipçiliğinden Aydın Örs'ün ''eski kafalılığına'', NBA'deki topçuların isteksizliğinden ligin kalitesizliğine pek çok sebep ortaya atıldığını hatırlarsınız. 
Başkan rahat
Ancak gerçek şu; Başkan 18 yıldır çok rahat. Memleketin "ikinci sporu"nu yönetiyorsanız, üzerinizdeki baskı da ikinci sınıf oluyor. Baskıyı oluşturacak medya yok Türkiye'de. Ülkedeki gazetelerin futbol yazan onlarca kalemine karşın her gazetede basketbol yazan sadece 1 kişi istihdam ediliyor. O bir kişilerin çoğu da demode alan savunmasını ya da pick'n roll hücumlarını eleştirmekle yetiniyor. Federasyonun, ligin, kulüplerin yapısal sorunları hiç yer bulmuyor. Gazetelerde her öğlen yapılan sayfa toplantılarında önce İstanbul'un üç takımıyla ilgili haberler derleniyor, habere değer bir mevzu yoksa bile yaratılıyor. İstanbul takımlarından birinin forvetinin burnunda çıkan sivilce, haber değeri olarak basketbolu geride bırakıyor. Televizyonlarda basketbol programı adı altında, yaşları toplamları 1. Meşrutiyet'e dek uzanan isimler önlerindeki istatistik kağıtlarını yorumluyor. Hal böyle olunca da, Başkan'ın üzerinde bir "basın denetimi" olmuyor. 
Şimdi Başkan'a sadece bu şampiyonayı atlatmak kalıyor. Sonuç ne olursa olsun, 12 Eylül'deki kupa töreninden sonra basınımız basketbol defterini kapayacak nasıl olsa. Başkan da huzur içinde görevine devam edecek. 
Churchill'in meşhur sözüyle bağlayalım; "Her millet layık olduğu şekilde yönetilir."
Di mi?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder